Sürgün Edebiyatı / 2019 Kasım
Sign up for free
Listen to this episode and many more. Enjoy the best podcasts on Spreaker!
Download and listen anywhere
Download your favorite episodes and enjoy them, wherever you are! Sign up or log in now to access offline listening.
Description
Sürgün Edebiyatına dair araştırmalar 1970’li yıllarda başlamıştır ve bu araştırmalarda büyük ölçüde Almanya’dan sürgün edilen veya zulümden kaçan, gittikleri ülkelerde eserlerinde Alman kültürünü tanıtma gayreti içerisinde olan yazarlar incelenmiştir. Buna...
show moreBuna örnek olarak sığındığı Amerika’ya, “Ben neredeysem Almanya orasıdır” diye meydan okuyan Thomas Mann ve onun bu meydan okumasını aslında kimsenin önemsemediğini bizzat yaşayarak tecrübe edip “Benim olduğum yer Almanya değil, benim olduğum yer sürgün” sözleriyle yazıya döken Schönberg örnek verilebilir.
Heinrich Mann, kardeşinin aksine şöyle ifade etmektedir sürgünü: “Vatan mı? Milletlerin sonu, dünya üzerinde dağılıp yayılması, budur başımıza gelecek olan! Ya ben, kendim? ‘Kendim’ diye bir şeyim yok." Bertold Brecht’e göre sürgün kişi, iki güç arasında sıkışıp kalmıştır, bunlardan ilki insana gurbet olmuş bir vatan, ikincisi ise hiçbir zaman vatan olamayacak bir gurbet. Bunu, yazdığı şiirlerinden birinde şu şekilde dile getirir: “Huzursuzca, öylece bekliyoruz, sınırlara oldukça yakın yerlerde, Geri döneceğimiz günü bekleyerek, Sınırların ötesindeki en ufak değişikliği bile dikkatle izleyerek […]” 1990’li yıllardan itibaren yeni bir bakış açısıyla, sadece vatanından sürgün edilmek ve kendi kültürünü gittiği ülkelerde tanıtmak yerine yazarlar, gerek sosyokültürel açıdan gerekse ilgili ülkenin şartlarına entegre olmaya dair eserler vermeye başlamıştır. Böylece yazarlar, yabancı oldukları bir kültüre ait tecrübeleri, edebiyat yolu ile okurlarına aktarmaya başlamışlardır.
Bu ikinci dönemde verilen eserler ışığında, günümüzde yaşanan globalleşme ve göç olgusuna dair çeşitli araştırmalar yapılmaktadır.5 Almanya’nın önde gelen Sürgün Edebiyatı araştırmacıları da onu kültürel bir etkileşim aracı olarak ele almaya başlamışlardır.6 Böylece geleneksel Sürgün Edebiyatı araştırmaları, yerini o dönemde dikkate alınmayan kültürel etkileşimlerin, bir kültürden öbür kültüre zamanla aktarılan unsurların ve kişilerarası iletişimde ortaya çıkan kültürel değiş tokuşların araştırılmasına bırakmaya başlamıştır. Dikkat çekici başka bir husus ise, Sürgün Edebiyatında verilen eserlerin günümüz için birer belge niteliğinde olduğu gerçeğidir.
Bu belgeler, çok uzun zaman geçse bile o dönemde yaşanan zulümleri ve acıları bizlere yeniden hatırlatmaktadır. Nitekim Müslümanların, yaşadıkları beldelerden, zulüm ve şiddetten uzaklaşmak için hicret etmeleri de bir sürgüne gidiştir. Bu hicretlerde yaşadıkları acıları ve çıkarıldıkları beldelere olan hasretlerini, Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) başta olmak üzere, Ashâb-ı Kiram da dile getirmişlerdir. Kâinatın İftihar Tablosu (aleyhissalâtü vesselâm), Bedir Savaşında öldürülen Ebu Cehil, Utbe, Şeybe gibi müşriklerin atıldığı çukurun başına gelerek uğradığı zulmü şöyle dile getirmiştir: “Sizler Peygamberinize karşı ne kötü bir topluluktunuz! Sizler beni yalanladınız, başkaları ise beni tasdik edip doğruladılar.
Siz beni yurdumdan çıkardınız, başkaları ise bana kucak açtılar. Siz benimle çarpıştınız, başkaları ise bana yardım ettiler. Şimdi Rabbinizin vadetmiş olduğu azabı gerçekleşmiş buldunuz mu? Ben Rabbimin bana vadetmiş olduğu zaferi gerçekleşmiş buldum.” Mukaddes Hicretin ardından sahabe efendilerimizden bazıları da zorla çıkarıldıkları beldelere olan hasretlerini ifade etmişlerdir. Mesela, Bilal-i Habeşî (radiyallahu anh), Mekkeli olmasa da Mekke’ye olan özlemini şu sözlerle dile getirmiştir: “Ah Mekke! Acaba sana bir kere daha kavuşabilecek miyim? Ah Nur Dağı! Seni bir daha seyredebilecek miyim?”
Information
Author | Çağlayan Dergisi |
Organization | Çağlayan Dergisi |
Website | - |
Tags |
Copyright 2024 - Spreaker Inc. an iHeartMedia Company